Kayıtlar

Ekim, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

denetim günlükleri: gelin yalın yazalım dünya kimseye kalmaz

Resim
denetçi her şeyi yazmalı mı? bu özellikle de “iç” denetimin yanıtlaması gereken sorular kabilinden.. bazen öyle olur ki bir şeyi yazmamanız yazmanızdan daha etkili olabilir.. şöle ki 😊  kimi zaman yazarak katacağımız değer gerçekte çok da önemli değildir.. sadece madde kalabalığı yapmak ve de kalın mı kalın bir rapor printe etmek için ota bota rapor yazıyorsak bu pek çok açılardan olumsuzdur.. ilk evvela denetlenenin gözünde saygınlığımız azalacaktır.. “adamın/kadının yazdığı şeylere bak” söylenmeleri giderek bir homurtu halini alacak.. ve sonraki denetimlerde idarenin “tam takım savunma refleksiyle” karşı karşıya kalmamız şaşırtıcı olmayacaktır.. ikinci olarak idarenin bize olan güveni feci zarar görebilir.. bu davranışımız ileride belki de bize açıklansa çok ciddi değer kazandırabileceğimiz bir fırsatın kaçmasına neden olabilecektir.. ayrıca bulgu kalabalığı takibi (izlemeyi) güçleştirecektir.. çok sayıda bulguyla boğuşan birimler nezdinde yaptığımız iş bürokrasiyi artırmaktan fark

denetim günlükleri: cesur yürek

Resim
mesleğin başlarında daha mı cesaretli oluyor insan.. misal delil bulmak için alındılar falanca muhitteki falan dükkanın bodrumunda denilince gözünü kırpmadan tek başına kanıt peşinde koşuşumu ya da bir memur soruşturmasında, silah çektiği iddia edilen adama –biraz da topkapı çocuğu olaraktan- “göster silahını bakacağım” deyişimi hatırlıyorum da.. bugün olsa iki kere düşünürdüm.. zaman zaman mafyatik olaylarla da karşılaştım diyebilirim.. birkaç kez denetim için elde çanta gittiğim kurumlarda, o gün ihale olduğundan beni de ihaleye katılacağım sanaraktan, yanıma yaklaşıp “ihaleye mi gireceksiniz? Böyle bir niyetiniz varsa (katılımcılardan) falanca abiyle bir konuşun isterseniz” üstü kapalı tehdine “ben falanca malanca tanımam gardaşşş” deyişimi bu bağlamda değerlendirilebilir.. zaman geçtikçe bunları nasıl yapmışım diye düşünüyorum.. ancak işin garip yanı şimdi olsa yine aynısını yaparım diyebiliyorum.. ve bu da beni mutlu ediyor.. keza bu iş heyecansız  yapılmaz sevgili günlük ..💓

streslenmek güzeldir!

Resim
son dönemlerin moda sloganı "sınav stresi"ni yenmek.. peki acaba sınav bu kadar kötü bir şey mi? ya da sınavdan kaçınılabilir mi? diye soruyor insan.. hayatın kendisi başlı başına bir sınav.. bu dünyaya sınav için gönderildik.. sınav taa ana rahminde başlıyor ve kazanan hücre zigotu oluşturuyor.. sonra anne karnı bir sınav yeri.. vücudun bir başka beden içinde var olma sınavı.. ardından dünyaya geliş.. ağlayarak, acı çekerek.. ve anneden ilk ayrılışın elemini duyarak yaşanan bir sınav.. ardından yemek yeme sınavı.. müthiş bir mücadele bebeğin memeyi araması.. ve ardından yürümeye, konuşmaya çalışma.. evlilik bir sınav sonra.. akraba ve arkadaşlarla ilişkiler.. işteki tutumlar ya da ekonomik güçlükler karşısında kendin olma sınavı.. ve en önemlisi de nefsimize rağmen insan olma mücadelesi başlı başına bir sınav...  ve gelelim strese.. hiç mi olmayacak yani hayatımızda? "aman benim çocuğum böyle streslerden uzak kalsın.. üzülmesin, büzülmesin" anlayışı ne kadar doğ

İnalcık'a öykünme: sanatta patronaj

Resim
geçenlerde Türk Edebiyatı Vakfı'nda Kemal Yavuz Hocayı dinledim.. Konu Fuzuli'de Peygamber Sevgisi idi.. tabii olarak şair hakkında derin bir malumat verdi hoca.. her şeyden ziyade aklımda kalan sanat adamlarının eski dönemlerdeki yaşam mücadelesi oldu.. maişet derdi her daim bellerini bükmüş bu insanların.. kimi zaman olmuş şiirlerle övdükleri krallar, sultanlar kendilerine değer vermemiş, kimi zaman ise Fuzuli'ye olduğu gibi padişah (Kanuni) maaş bağlatmasına rağmen bürokrasi ödeme yapmaktan imtina etmiş ( bkz. Fuzuli'nin Şikayetname eseri) .. hep bir patronaj aramış sanatkar devletlülerden, Halil İnalcık'ın Şair ve Patron adlı eserinde belirttiği gibi.. he bu sadece doğuya has sanılmasın batıda da durum farklı değil.. şimdi düşününce zamanımızda -benzer durumlar olsa bile- düşün ve sanat adamlarının, özellikle üniversiteye kapılananlar için konuşuyorum, bir hareket serbestisi var.. sonuçta bürokratik devlet mevzuat eksenli çalışıyor ve maaşlar her ayın 15'in

müzik üzerine: olmamış orhan abi!

Resim
bazı şarkı sözleri gerçekten de üzerinde durulması gereken ve söyleyenin zihninin arka planında ne yattığını anlamakta güçlük çektiğim türden.. misal; "Severek ayrılalım Aşka hasret kalalım Eğer mutlu olursak Yeniden barışalım" nası yani yaa?! severken ayrılmak eh tamam.. böyle ayrılmalar yeşilçamda filan sık izlediğimiz bir senaryo.. olabilitesi var yani.. "aşka hasret kalmak" bu da önceki cümlenin devamı mahiyetinde.. yani sevdiğinden ayrılınca aşka hasret kalırsın.. normal bi şi.. ancak bundan sonrası "içinden tramvay geçen şarkılar" cümlesinden "eğer mutlu olursak yeniden barışalım".. kekremsi.. tuhaf..  1) kimle mutlu oluyoruz? şimdi ayrıldığımıza göre ve bir mutluluk varsa, psikopat değilsek ya da kişilik bölünmesi yaşamıyorsak, başka biriyle vardır.. ve onunla mutluyuzdur..  2) ve burada işteşlik var yani demek ki önceki sevdiğimizde birini bulmuş ve hay aksi o da memnun, mutlu..  3) yeni zatla mutluysa her iki tarafta o

şehirden kesitler: hayata tutunmak

Resim
bugün üniversiteye giderken ayrılıkçeşmesinden minibüse bindim.. araç tenhacaydı.. bir süre böyle devam ettikten sonra muratay turşucusu  (çok kıyak turşusu olup, bu anımı okuyarak beni ziyaret edenlere istemeleri halinde turşu suyu ısmarlamaktan büyük zevk duyacağımı bildiririm)  civarında minibüse orta yaşın biraz üstünde olduğunu sandığım bir kadıncağız elinde kedi taşıma kutusu olduğu halde bindi.. ve kutuyu benim yanıma bırakaraktan para ödemek için şö forün yanına yöneldi.. o sırada ben de kutuyu ve dolayısıyla içinde bulunan sevimli dostumuz kediciği düşmesin diye tuttum.. ve eğilip delikli kapısından kediciğe bir merhaba dedim.. parayı ödeyen hanım teyzemiz önce kediyi alıp arka koltuğa oturmaya yöneldiyse de sonra benim kediyi sevdiğimi anladığından olacak yanıma oturdu.. kediciği (kutusuyla) kucağına aldı ve başladı anlatmaya: "bu benim kızım, adı şeker.. hastalandı yavrucak.. her gün veterinere götürüp iğne yaptırıyorum.. çok usludur.. herkesler çok severler onu.. yaz

denetim günlükleri: et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen

Resim
Sunum yapmayı seviyorum sevgili günlük.. öğrencilerimle ya da meslektaşlarımla bu tür etkinlikler sayesinde bir araya gelebiliyoruz.. her iki gruba sunumun da üstün yanları var.. öğrencilere ders anlatırken insan kendini genç hissediyor.. bir nevi gençlik aşısı oluyor sanki.. öğrencilerin hareketliliği ve öğrenme azimleri anlatabilme çabasına karışıyor.. aynı şekilde meslektaşlara sunum yapmanın da önemli üstünlükleri var.. bir kere ilk olarak konuyu tekrarlama imkanına kavuşuyor insan.. bir slayt hazırlamak çoğu kez bir makale yazmaktan daha öğretici olabiliyor.. konuyu iyi bilsen bile mutlaka gözden geçiriyorsun, bu da kalıcılığı artırıyor.. eee ne demişler et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen .. ayrıca güncel gelişmeleri bu sayede yakayabiliyor insan.. gerek sunumu hazırlarken gerekse de gerçekleştirirken devamlı bir bilgi bombardımanı ve güncellemesi yaşıyor insan.. ikinci olarak meslektaşların yaptıkları paylaşımlar ve katkılar çok bilgilendirici ve faydalı oluyor.. bugün yin

toplu taşıma günlüğü: bir metrobüs izlenimi daha

bazı çalışan kızların mantığını anlayamıyorum.. demin metrobüste citi piti bir hanim kızın annesi ile telefon konusmasina sahit oldum..  "-anne yemek yaptin mi.. ay inanmıyorum.."  sanirim annesi yok diyor.. bizimki gözlerini belerte belerte  "-metrobusteyim diyorum annnne.. cok açım" diye bağırıyor..  annesi ev hanımı ya hizmetçisi sanki hanfendinin.. sonra yanındaki kıza dönüyor -anladigim kadariyla kardeşi, çene yapilarindan çıkardığım kadarıylan-  "-sen öğlen yedin mi diyor..  kiz kardeşi "-sadece corba içtim" cevabını verince de  "-ya pilav" diyor ama ne deyiş.. nerdeyse yutkunamayip bogalacak.. neyse her yere metrobus her yerde metrobüs...

mesleğe yerleşmek 4: bir adım sizden bir adım bizden

Resim
mesleğin ilk yıllarında çok sayıda eğitime katıldık.. bilgi bombardımanıydı sanki yaşadığımız.. özelden iç denetçiler, kamudan denetim elemanları anlattılar da anlattılar.. zaman geçtikçe çelişkiler baş gösterdi .. bir anlatan bir anlatanı tutmamaya başladı.. kimi eski mesleğinden bildikleriyle coşkun bir sel gibi çağlıyorkene; kimi de aman iç denetçi şunu yapmaz bunu yapmaz şeklinde ahkam kesiyordu.. bu kulaklar neler duydu.. “hiçbir şeye dokunmayın, elinizi sürmeyin”.. “aman sakın haa öneride bulunmayın, sonra dediğinizi yaparlar da eskaza sakat bir durum ortaya çıkarsa faturayı size keserler”.. “sizin göreviniz iç kontroldür, ötesine sakın karışmayın” vb.. benim bunlar arasında en fevkaladenin fevkinde bulduğum –tahmin edeceğiniz üzere bir özel sektör denetçisinin- ifade(si) şuydu: “ekibinizde uyum sağlayamayan iç denetçi varsa yol verin gitsin J ” .. bu müktesabat ve dahi malumat yığınıylan mevziilerine giden iç denetçiler hiç de umdukları gibi bir ortam bulamadılar.. üzüldüler

denetim günlükleri: izleme ya da izlememe faaliyetleri

Resim
izleme olayı bizim iç denetim mesleğinin en önemli bölümü sevgili günlük.. netekim hasbelkader bir sunumuna katıldığım BM’ye bağlı WIPO (dünya patent örgütü) İç Denetim Başkanı ( kendisinin Türk olmasından dolayı ayrı bir sevindirik oldum) kendi örgütlerindeki 8 iç denetçinin 4’ünün izleme yaptığını söyleyince şaşırmıştım.. ve olayın önemini ilmelyakin anlamıştım.. ülkemizde ise bu sürecin hakkıylan icra edilmediğine çok şahit oldum.. bu sonucun ortaya çıkmasında, olayı iç denetime yıkmak isteyen modelin büyük payı olduğunu düşünüyorum.. bundan yıllar evvel devrem Serkan Ağdeniz* Denetişim dergisinde yayınlanan bir makalesinde  konuyu masaya yatırmış ve izleme sürecinde yönetimin etkili olması gerektiğini açık açık ortaya koymuştu.. önlerine bir izleme formu gelen birimlerin bir kısmı, raporu da gereği gibi okumadıklarından olacak, hiçbir anlamı olmayan ifadelerle cevap verip bulguyu kapatmaya çalışıyor.. kendilerinden cevapları destekleyici belge/bilgi/kanıt istenince ise konuyu c

bu haftaki kitap paylaşımım

Resim
Cem Behar Hocanın “Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü (1424-2008): Osmanlı İstanbul’unda Kasap İlyas Mahallesi” adlı çalışmasını, konuyla ilgilenenlere ya da sadece amatörce kent tarihine meraklı olanlara öneririm.. Behar kitapta organik bir mahalle tasavvurundan hareket etmiş.. doğan büyüyen ve ölen .. dahası şenlenen ve kasvetlenen.. mahallenin kuruluşundan 2008 yılında İstanbul Belediye Meclisinin aldığı mahalle birleştirmeleri kararıyla "öldüğü" zaman süreci içindeki demografik değişimi ustaca bir anlatımla ele alınmış.. ve tabii ki sağlam kanıtlarla desteklenmiş bir ifade ediş söz konusu.. neden bu mahalleyi seçmiş sorusuna kitapta cevap veriyor: ancak bu mahalle ile ilgili kaynaklara ulaşılması.. açıklarsak, hocanın yaptığı derinlemeye araştırmanın yanında mahalle imam ve muhtarlarının benzeri az bulunur tarzda belge saklamaları anlatıyı kanıtlanır kılmış.. eser –aşağıda yer alan kapak fotoğrafından da anlaşılacağı üzere- mahallenin zaman içinde yaşadığı dönüşümü ve or

muhtarlar günü münasebetiyle

Resim
muhtarlık İkinci Mahmuttan beridir mülki kadrolarımızda yer alır.. ve bendeki yeri de çağrışımı da çok derindir.. küçük bir çocukken topkapıdaki muhtarlık binası devleti temsil eder ilk mekandı.. muhtarlar hep kelli felli, iri yarı gözükürdü gözüme.. mahallenin bilge kişisi gibi bir havaları vardı.. bir de arkalarında ihtiyar heyeti vardı.. uzunca bir süre buraya seçilebilmek için ihtiyar olmak gerktiğini düşünürdüm.. (kelime karşılıklıklarım bununla sınırlı değildi güççükene.. misal Edisson ile Ediz Hun’u da karıştırırdım hep.. bravo adama be hem ampulü bulmuş hem de film çevriyor diye gıptaylan bakardım..) neyse bizim muhtarlar pek değişmezdi.. ben doğduğumda güneş ülkesi topkapıya bağlı Fatma sultan mahallesi muhtarlık koltuğunda 20 yıldır Kasım diye biri oturuyordu.. kendisiyle küçük oluşumdan mütevellit bir diyaloğum olmamıştı.. Kasım emmi bir on sene kadar daha muhtar kaldı sanırsam.. ve ardından (zorunlu sebeplerle=ölüm) koltuğu Çavuş Ahmete bıraktı..  Ahmet emmi ile muhabbet

denetim günlükleri: etiği denetlemek

Resim
17 ekimin etik günü olması beni yıllar önceye götürdü.. kamu iç kontrol standartları (kiks) yeni yayımlanmıştı.. biz de kurumumuzda iç kontrol sisteminin mevcut durumunu denetliyorduk.. kiks’in birinci bileşeninin birinci alt bileşeni etik değerler olduğundan denetimimizde bu bağlamda da şey ettik J .. (ee ne de olsa konu yeniydi ve mamullerimizde pardon denetimlerimizde her daim taze malzeme kullanmayı şiar edinmiştik) sonuçta bulgulardan biri bu bileşene uyumsuzluğa işaret ediyordu.. ve kriter olarak kiks 1.1 etik değerler bileşenini yazmıştım.. buraya kadar her şey normaldi.. bulguyu paylaştım.. ve iki gün sonra birimden bir telefon geldi.. “ben nasıl böyle bir bulgu yazardım.. yani onlara düpedüz ahlaksız mı demek istiyordum.. oysa onlar kurum için canla başla çalışan kimselerdi..” 😏cevaben ahlak ve etik kavramlarının birebir aynı şey olmadığını, kimseye ahlaksız demediğimizi, bu kullanımın kiks’in ilgili bileşenleri bağlamında yapıldığını ve kendilerinin de eğer objektif olarak

toplu taşıma günlüğü: ne yaptın sen dayı

Resim
bence herkes hayatında bir kere "dayı sen ne yaptın ya" diyebilmeli ve buna muhatap olabilmeli.. bana dediler mi? evet.. nerde mi tabi ki de metrobüste.. nasıl oldu: cevzilibağda yarım saate yakın binebilecek makul dolulukta bir metrobüs bekledim.. ve en sonunda dolu süsü verilmiş bir metrobüs yakaladım. bu şöle oluyor: millet kapının önüne yığılarak ortayı boş bırakıyor ve "dolu binme nolur" diye ya lvarır bir eda takınıyor.. tabi ki bir toplu taşıma kurdu olan bana bu sökmedi ve ayağımı kapının yanındaki adamın ayağının bir milim kadar içeriye kat edecek biçimde savurdum.. ancak kesinlikle ofsayt değildi ve üstellik nizami bir savurmaydı.. adam tezgahının bozulmasına kızarak bana ağzını eğe eğe "dayı sen ne yaptın yawww" dedi.. ben de "ne yapayım sen de ilerle biraz" falan gibi bi şi söyledim zate hızlı konuştuğumdan (bilenler bilir) adam tam da anlamadı ve ben de ileri geçince olay kapandı gitti.. ha şunu da diyeyim fazla uzatsaydı somsoğu

ev arayışlarım2: damdaki emmi

Resim
Ev arayışlarım sürüyor.. bugünkü durağım şirin beldemiz ferahtı.. gerçekten de havası, suyu bi güzel.. insanları sıcak kanlı.. ekmekleri mis kokulu.. ancak biraz uzak.. neye göre uzak dediğini duyar gibiyim.. öylesine uzak işte.. bazı yerler insana anlatılamaz bir şekilde uzak gelir.. neyseee.. yine biricik dostum sahibinden.com dan tespit ettim evi tettkik etmek için yola revan oldum.. adresi buldum.. evi gedim.. ve ailevi kriterlerimize (?!) (4+1 geniş olacak, etrafı açılık olacak, yeni bina olacak, metroya yakın olacak) uymadığından hemencik olay mahallini terk ettim.. veee her zaman yaptığım gibi çevresel keşif yapmaya başladım.. her ne kadar “sahibinden.com da olmayan ev yoktur” şeklinde reklam yürütseler de var ve ben daha evvelki seferlerimde buldum.. bu kez de gözüme çarpan bir afişteki telefon numarasını çeviriverdim.. yaşlı bir emmi açtı ve evi görme isteğime olumlu yanıt verdi.. uzatmayayım otomatiğe bastı.. içeri girip ağır ağır merdivenleri tırmanmaya başladım.. adam ba

mesleğe yerleşmek 3: iletişimde sabır taşının çatlaması

Resim
merhaba sevgili günlük.. bugün seninle geçmişte yaşadığım bir iletişim kazasını paylaşacağım.. olmasa iyi olurdu fakat bugün olsa gene yapardım..  “biz aslında denetçileri pek de sevmeyiz.. yüzünüze karşı söylüyorum ama gerçek bu” deyiverdi.. ben de cevaben “bak harcama yetkilisi bey kardeşim.. benim çok sayıda sevenim var.. ve sen benim sevgilim değilsin.. dolayısıyla beni sevmene gerek yok.. kendini fazla zorlama dedim..” olay giderek bir s.d.k yarışına dönmeye başlamış olacaktı ki “yani sizin yazdığınız bulguları yapmasak neoluverecek?” sorusunu yöneltti.. aklı sıra yaptığımız işe dil uzatarak, önemsizlik vurgusu yapmaya çalışıyordu.. ee sonuçta ben de insandım ve istemeyerek de olsa o zamana kadar takındığım sakin tutumu bir kenara bırakarak servisine aynı sertlikte karşılık verdim ve “valla yapmazsan bana bir şey olmaz.. şöle düşün sen hastasın mesela kansersin.. ben de doktorum.. seni muayene ettim ve şu şu şu ilaçları (artık onlar neyse, zakkumcu hocanın buldukları olabilir) k

bir sektör olaraktan dilencilik

Resim
bugün kentin hep bildiğim ancak yakından tanık  olmadığım bir yönüyle karşılaştım.. servisimiz  her zamanki gibi mecidiyeköye gelince trafiğe   takıldı.. araçlar gıdım gıdım hareket ediyor.. tam  da rum mezarlığının yan duvarının önündeyiz..  aaa o da ne bir kadın duvar dibine çömmüş  kucağında bir bebek dilenmek üzere son hazırlıklarını  yaparkene.. yanında birden bir adam peydah oldu..  ve işte film burada koptu.. adam feryadu figanla bağırmaya   başladı.. kalk kadın yerimden.. benim bura.. get kendine başka  yer bul pis dilenci.. kadın aynı tonda cevap veriyor.. neye  getcekmişim buraya bıraktılar bizi.. adam (güzel başlayacağını umduğu  mesai gününe başka dilenciler tarafından kan doğrunmasından ötürü)  nirdeyse ağlayaraktan gitsene hemşire belamısın sen.. çocuğunu da al git..   maalesef gerisini duyamıyorum çünkü trafik açılıyor.. gerisini  duyamıyorum ama aklıma acayip bir gelir kaynağı geliyor belediye  için.. getirisi fazla olan yerleri tespit edip, açık arttırmayla dilen

pertevniyalli olmak ayrıcalıktır...

Resim
"Kalbimizde çarpıntı/gönlümüzde emelsin Yüzyıl önce kuruldun/yüzyıllara bedelsin…" bugün gene Pertevniyal’de, pilav günündeydim.. mezun olalı uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen, lisem hala kalbimde bir çarpıntıdır.. bu biraz “anne sözü dinler gibi masum.. ağladım bu sabah” mısrasının sırrına ermiş olmak fakat aslında neye erdiğine de pek vakıf olamamak gibi bir şey.. Pertevniyal yine aynıydı.. sessiz avlusunu dolduran gürültücü öğrenciler.. yaşları ne kadar geçerse geçsin pertevniyaldaşlarım “her zaman gürültücü öğrenciler” benim gözümde.. kolay mı pertevniyaldaş olmak.. en güzel yıllarımı paylaştığım, şakalaştığım, (burada bahsedemeyeceğim) türlü haylazlıklar yaptığım sevgili arkadaşlarım onlar.. ancak şunu da söylemeden edemeyeceğim.. her pilav gününün karakteristik özelliği resimlerin biraz daha bulanıklaşması.. şöyle ki mezun olduğum yıl katıldığım ilk pilav gününde her taraf tanıdık doluydu.. herkesin yüzünde sanki “ben 94 mezunuyum” yazıyordu.. ondan sonraki, daha

ev arayışlarım...

Resim
Yaklaşık üç haftadır ev arıyoruz.. ve bu süreçte çok sayıda emlakçıyla görüştük.. onun iki üç katı kadar da ev müşahade ettik.. gerçekten de emlakçı dünyası bambaşka ve kendi kuralları olan bir alemmiş.. ve tabii ki bir sürü hikaye biriktirdim.. bunlar arasında en çok tuttuğum geçen gün karşılaştığımız emlakçıydı.. ilanı sahibinden.com da gördüm ve adamı sabahtan aradım.. daha çalışma saatinin başı olmasına rağmen sıkıntılı bir ses tonu ile açtı telefonu.. “falanca yerdeki ev için arıyorum” der demez.. “bakın beyefendi ben bu işten bıktım.. arıyorlar soruyorlar.. sonra görünce küçük diyorlar” cevabını verdi.. ben şaşkın bir halde densizlik edip “odalar ne kadar” sorusunu sordum cevap çok sertti “oda kadar oda”.. “yani” şeklinde anlamadığımı vurgulamam üzerine “1x1 değil herhalde” dedi.. ve akşam üstü görüşmek üzere anlaştık.. neyse akşam oldu ve kardeşimle birlikte evin önüne gittik ve herifçioğlunu beklemeye başladık.. o ara yanımıza pejmürde kıyafetli biri geldi.. ve bize “ev mi bakı

denetim günlükleri: denetmenin taşınırla imtihanı

Resim
Yıllar yıllar evveldi.. yine bir yoğun denetim günündeydik.. bu seferki konu en sevilenlerden ve herkesin mutlaka eğildiği taşınırlar idi.. taşınır kayıt sisteminin etkin çalışmadığına ilişkin tespitlerimiz mevcuttu aslında.. faraza taşınır olacak emtiaya herkes kafasına göre bir ad verebiliyordu.. misal kırmızı kalemi ben kırmızı kalem, sen k.kalem, öbürü kır kalem vb. şekilde girebiliyordu.. ancak yine de anlatacağım kadar vahim bir durum beklemiyordum.. neyse mevzuuyla ilgili bir test şey etmeye karar verdik.. ve ilgili birim taşınırcısına (bu unvan da bana hep koik gelmiştir; haydee taşınırcı geldi haaanımmm 😁  ) “bugünkü tarih itibariyle bir envanter al sistemden sayıcaz dedim”.. buraya kaden her şey normaldi.. adam aldı ve getirdi.. envanteri incelerken gözüme “adı: notebook adedi: 4” diye bir kayıt çarptı.. ve hemen vaaza başladım: “niye notebookları dağıtmıyorsunuz? Bunların modeli eskiyor, versene memurlara, çalışanlara.. falan filan inter milan”.. adam beni anlayamayan göz

denetim günlükleri: değer katmak

Resim
“değer katmak” kavramına fazlasıyla kafam takıldı günlük.. olayın herkesçe başka anlamı var sanırım.. iç denetimin ilk yıllarında bu kavram memurlarca dalga malzemesi olup çıkmıştı handiyse.. misal iç denetçileri bahçede mahçede gören memurların istihzai bir tavırlan “bak bak şunlar var ya iç denetimci olup değer katıvereceklermiş ya la” şeklinde şakalaşıp ardından da saf saf “neye” sorusunu soran arkadaşlarına “sana, bana, ona” cevabını yapıştırmaları ve hunharca erol taşı bilem kıskandıran bir şekilde kahkahayı koyvermeleri olayın bir boyutuydu.. buna karşılık yapılan iç denetim faaliyetinden memnun kalmayan bir amirin şikayet babından “iç denetçiler bana hiç değer katamadı” deyu deyu feryadı olayın başka bir boyutuydu.. tabi bu arada “bugün hiç değer katasım yok, canım istemiyor yo yo” şeklinde kavramımızı cümle içinde kullanarak boyuta boyut katan meslektaşlarımızı da unutmamak gerek.. oysa ki global olsun yerel olsun, özel olsun olsun kamu olsun tüm otoritelerin ağzında pelesenk

toplu taşıma günlüğü: metrobüs ve açılmayan kapı

Resim
bu seferki metrobüs maceram mecidiyeköyde başladı.. önce kalabalığın içine dalmak istemedim ve durağın en sonunda bekledim.. bi kere olmuştu 34 A böyle durağın son tarafında açıvermişti kapısını ben de fırsatçı tanju çolak gibi yazmıştım golü.. ama yok bu sefer boşa bekliyordum.. derken orta bölüme geldim saat 19 du ve bu bir intihar dalışıydı (tıpkı her spor dalının kendi jargonu olduğu gibi örn. bi sikletçiler koşu der, kayakçılar parkur.. işte onun gibi metrobüsçüler içinde her biniş denemesi bir intihar dalışı, bir kendine meydan okumadır.. binebiliyorum, yapabiliyorum diyebilmektir) .. neyse ortadan da bir sonuç alamayınca en başa doğru yürümeye karar verdim.. saat 19.20 olmuştu.. ve birden bir anons yapıldı: "avcılar yönüne boş araç gelecektir" (dikkat yeni başlayanlara duyuru: mecidiyeköyden bazı saatlerde boş vesait kaldırıyorlar hemi de cevizlibağa değil avcılar cihetine) .. aha dedim, içimden ılık bir şey aktı.. yoksa oturarak mı gidecektim ve bu saat dilimi itiba

denetim günlükleri: big ve fakat boş data

Resim
iç denetim ofisimdeki arşivimi düzenlerken bir şeyi fark ettim.. arşivde, katıldığım eğitimlerden getirdiğim ve bir kere bile kapağını açmadığım ders/eğitim/ seminer vb notlar külliyetli bir hacim kaplıyordu.. sonra hayalen katıldığım eğitimler geldi gözümün önüne.. ve dağıtılan notları toplama, derleme, saklama çabalarımız.. ertesi gün yerinde bulamayız diye otellerde oda oda gezdirmelerimiz.. sonra kapanmayan valizler geldi, notları tıkabasa doldurmamızdan mütevellit.. ve daha da komik olarak sunumu yapan kişinin etrafında ders sonrası kümelenen denetçi topluluğu geldi gözümün önüne.. ellerinde birer küçük flash diskle "üstad alabilir miyiz notları, ne olur be yaea" serzenişleri geldi ve de bazısı paylaşımcı bazısı ise "bu kadar harici bellek takarsam bilgisayarım bozulur" mottolu eğitimciler.. sonra bu notlara bir kere bile bakmayışımı düşündüm.. hayallerden çaycımızın "içecek bir şey alır mısınız?" ihtarı ile ayıldım.. öbek öbek notlar karşımda duruyo

denetim günlükleri: zorla denetim

Resim
Sevgili günlük merhaba.. bugün seninlen 😂 ihtiyaçlar karşısında iç denetçiyi konuşmak istiyorum.. şimdi bir idare düşün.. üst yönetici denetim yaptırmak istemiyor ve bizim iç denetçi buna rağmen denetim yapmak istiyorsa iç denetçimizin buradaki davranışı iç denetim sistemini çökertmede dış mihraklardan (ki onları zati hepimiz biliyoruz) çok daha etkili olacaktır.. adam senden başka bir takım hizmetler (misal danışmanlık) bekliyorken, hala ve zorla denetim yapacam diye tutturman olacak şey değil.. sen istediğin kadar, bechmarking, coso, likelihood, control environment gibi ıspanaklı, süslü sözcükler kullan; eğer ihtiyaç duyulan başka şeyse bunların hiçbir ehemmiyeti olmayacaktır.. drucker’ın dediği gibi, ıssız bir adaya düşen her insan yanında allemeyi cihan bir teorisyen değil, maharetli bir usta olsun ister.. kısaca aşağıdaki karikatürde de yer aldığı üzre, insanlar ancak ihtiyaçlarına cevap veren kişileri önemserler…

bu haftaki kitap paylaşımım

Resim
Gregory Clark’ın Fukaralığa Veda-Dünyanın Kısa İktisadi Tarihi (İstanbul Bilgi Üni. Yayınları) adlı eseri olacak.. kitap 3 kısım ve 16 bölümden oluşuyor.. çevirisi Egemen Demircioğlu tarafından oldukça başarılı ve anlaşılır şekilde yapılmış.. çarpıcı bir uslupla kaleme alınan eser; özellikle dünya bölgeleri arasındaki gelişmişlik farklarının nedenlerini irdelediği, sanayi devriminin neden başka yerde değil de İngilterede ortaya çıkmasını ele alışını konu edindiği bölümlerde oldukça ikna edici ve sürükleyici bir mahiyet arz ediyor.. yine kitabın teorik arkaplanını dayandırdığı Malthus kapanına vurgu yaptığı satırlar da çarpıcı ifadelere sahip.. benim en fazla sansasyonel bulduğum yer: “gelir seviyesi yükseldikçe sahip olunan çocuk sayısı azaldığına göre çocuk düşük maldır” çıkarımı oldu 😆  son olarak yazarın sanayi devrimine oldukça ilginç bakışını göstermek kabilinden bir paragrafı aşağıda paylaşıyorum...

denetim günlükleri: denetçi yalnız insandır

Resim
denetçi yalnız insandır.. bir ekip çalışmasında bile yer alsa, kalbi yalnız atar ve tek başına düşünür.. kalabalık içindedir çoğu kez, birini dinlemektedir.. ancak iç ses hep onunla konuşur.. yalan söylüyor der, bu adamda iş yok der.. mevzuatın dar kalıplarına kızar kimi zamanda, uygulamacı -denetlenenle- inadına bir empati kuraraktan.. yolda yalnızdır o.. hep biraz kuşkucudur.. evde devam eder zihni mesaisi.. nasıl yapabilirimdir hep sorduğu soru.. peki ya nasıl daha iyi olabilirdir.. bazen sürülere özenir.. oh ne rahat der.. bir rutin içinde akıp gitmek..  ancak çok geçmez böyle bir yeknesaklıktan yapamayacağını anlaması.. hep biraz girifttir o.. eşine dostuna bile tam açıklamadığı bir şeyler vardır.. hiçbir denetçi tam açıklamaz zaten ve bu haliyle bir sır küpü olarak gider öte tarafa.. içinde fırtınalar kopsa da makul davranmak durumundadır.. hep biraz kuşkulu adamdır çevresi için ve bunu hisseder.. biraz da korkulandır ve korkulan olmak bir denetçinin omzuna ağır yük yükler.. bi

denetim günlükleri: mesleğe yerleşmek 2

Resim
dünkü konudan devam edecek olursak iç denetçi insanı -orta ve alt kademe için olduğu kadar- üst kademe yöneticiler için de bilinmez, anlamlandırılamaz biriydi ilk zamanlar.. bu gözler neler gördü bu kulaklar neler duydu.. kimi fıkra tadında komik kimi ise basbayağı trajik.. misal memleketin bir yerinde bir üst yöneticinin maliyeyi arayıp “yahu bu iç denetimin danışmanlık fonksiyonu neyin de varmış; bizim iç denetçiler hiç bana danışmıyor” diyeni mi ararsın.. yoksa bu iç denetim niye ki maliye bakanına bağlı? diyen yönetim kurulu üyesini mi.. gerçi bu sonuncuyu bahse konu kurumdaki iç denetçi “siz nereye bağlı olmasını isterdiniz …. bakanlığına filan mı” diyerek aynı sertlikt e savuşturmuş 😜 .. bazı güzide idarelerimizde ise iç denetçi noterle karıştırılarak ihale evrakının son inceleme mercii olarak çalıştırılmak istenmiş.. kimi kurumlarda ise hiçbir şey yaptırılmadığı halde üst yönetim tarafından “iyi ki varsınız” hitabına maruz (!?) kalanlar da vakiidir.. aynı şekilde ajanlıkla it