Kayıtlar

Eylül, 2018 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

bu haftaki kitap paylaşımım

Resim
D.Dumludağ-Ö.Gökdemir-L.Neyse-E.Ruben D.Dumludağ-Ö.Gökdemir-L.Neyse-E.Ruben tarafından kaleme alınan İktisatta Davranışsal Yaklaşımlar kitabını okudum.. kitap ne zamandır ilgimi çeken davranışsal ekonomi konusunda tam bir başucu kitabı mahiyetinde.. ekonominin salt matematik kurallara bağlı olan yanının ötesine geçiyor ve en önemli süje olan insan üzerinde duruyor.. kitapta insanın iktisadi davranışı neoklisk yöntemin kuru rasyonel, homoeconomicus mantığından kurtarılarak ele alınıyor.. psikolojiden, laboratuvar çalışmalarına; bilim felsefesinin girift konularından mutluluğun ne olduğuna kadar pek çok alana göndermeler yapan eser bu yönüyle tam bir multidisipliner nitelik kazanmış..   bilhassa “İktisat ve psikoloji”, “iktisat ve mutluluk: bugün daha mutlu muyuz?”, “davranışsal oyun teorisi” bölümleri ilgimi çekti.. buna karşılık bazı bölümleri, iktisatçı olmayanlar için, çok ağır bulduğumu kitabın editörü, arkadaşım, Devrim Hoca ile yaptığım sohbette dile getirdim ve kendisinden ben

sınır tanımayan iç denetçi düşünceleri 2

dünkü konudan devam ediyorum.. konu sardı biraz daha irdeledim.. bu kez  jeffrey skilling vd'nin enronun piyasa değerlerini manipule ederek iflasa götürüşünü anlatan kitabın adı dikkatimi çekti: Gümüş Kurşun.. Genelde vampir filmlerinde vampire işleyen tek kurşun tipinin gümüş kurşun olması düşüncesi beni başka metaforlara sürükledi.. gerçi kitabın adının orijininin enron binasının tipi ve rengiyle alakalı olduğunu biliyorum.. ama yine de düşünmeden edemiyorum.. enron skandalı, bu olayla birlikte iç denetimin yükselişi ve gümüş kurşun… peki ya vampirler daha güçlüyse?! o zaman gümüş kurşunun ateşlenmesine asla izin vermeyeceklerdir…

sınır tanımayan iç denetçi düşünceleri

şimdiii bugünkü iç kontrol sunumundan sonra enron olayını yeniden tahattur ettim ve kafama bi şey takıldı ağa! tamam sonuçta katakülli ortaya çıkıyor ve CIO jeffry, üst yönetici lay ve bir iki kişi astronomik cezalar alıyorlar, A&A da batarak bir nebze belasını buluyor da pekiii bu işe bulaşmış bankalar (JPMor..., Chas.., Sta...,Cit..) hukuk firması V&E, enron yönetim kurulunun diğer elemanları, o dönemin hükümeti (lay'in bush a olan desteği, california eyaletine A. Schwa..reggerin seçilmesindeki rolü vb bir çok olay bağlamında) nası bu işten sıyrılıveriyorlar? coso, hopp ordan iç denetim eksikti de ondan oldu diye bir yorum yapıyor ve açıkçası bu bizim işimize geliyor ama dediğim gibi olay bu adar basit mi yani?  amaannn millet ne konuşuyor ben ne diyorum şimdi bunları gündeme getirip de birleik devletler ve zinde tröstlerle gereksiz yere çatışmaya girmeye gerek yok.. iç denetim bu sayede çıktıysa eyvallah deyip geçmek gerekir.. ne demişler "Yıktın perdeyi eyl

toplu taşıma günlüğü: yeni başlayanlar için metrobüs

Bence belediye yeni başlayanlar için metrobüs diye bir ders vermeli. Sabah metrobüste iken her halinden yeni olduğu anlaşılan bir kadından çok çektim. Ablamız biraz iriceydi -ki aslında bu ayrı bir yazı konusu- durmayı bilmiyordu.. dayanmış sırtını tutamağa tutamıyorum az daha düşecektim.. sonra ben inmeye çalışırken aniden dönmez mi. Lastik ile bağladığı röfleli saçlarını ağzıma soktu.. o da yetmezmiş gibi telefonumun kulaklığı öylece ortaya salıverdiği çantasına takıldı.. az daha telefondan olacaktım.. kısaca eğitim şart.

teoride mükemmel

uzuuuunn yıllar önce üstadla önemli bir denetim sürecinde şartnameyi hazırlayan mühendis ile görüşmemiz iktiza etmişti.. neyse soracağımız soruları hazırlayıp kendisini mekanımıza davet ettik.. hoş geldin beş gittinden, havadan sudan da konuştukta sonra sadede geldik.. mühendis, üstadın ve benim sorularımıza önceleri direkt cevaplar vererek aslında iyi bir giriş yapmıştı.. ancak vakit ilerledikçe sorulara verilen cevaplar dairevi bir mahiyette tezahür etmeye başladı.. son kertede üstad "X bey şartnamede yüklenici ile muhabere yazılı olur diye bir hüküm olmasına karşın sen haberleşmeyi hep sözlü yapmışsın; oluyor mu böyle ne iş" gibi bir soru sorması üzerine X bey, tatminkar bir cevap vermeden, mesainin de bitmekte olduğundan dem vurarak bu tatlı sohbeti noktaladı.. neyse öğreneceğimizi öğrenmiştik.. açıkçası X beyin tekrar gelmesi gibi bir beklentimiz de yoktu ki o da ne? ertesi gün elinde bir poşetle geldi ve "size bir şey söylemek istiyorum" diyerekten elindeki p

kamu iç denetçileri için gelsin: welcome to the hotel california..

yaptığım bir araştırmanın sonucu olarak değil belki ama çok fazla gözlemlemiş, sormuş soruşturmuş (!) biri olarak şu tespiti yapıyorum: kamu iç denetçileri genel olarak acıdan beslenen bir halet-i ruhiyeye sahip.. nasıl mı bu kanaat hasıl oldu.. çok basit.. meslekle ilgili güzel gelişmelerden (örneğin İzmir BŞB İç Denetim başkanlığının Filipinlere Uluslararası Kamu İç Denetçileri Birliği tarafından projelerini sunmak için davet edildiğinden) çoğu kişinin haberi yokken kimle konuşsam bir acı bir feryat bir figan dökülüyor.. teşkilat düzenlemesi yapmadılar, teftişle mi birleşecez, şöle mi olacaz böle mi olacaz deyu deyu içlenmek, hüzünlenmek ve bundan garip bir zevk almak.. sonra da bir çıkış yolu arama, bir öneri geliştirme telaşesi duymak.. cidden ilginç bir ruh hali.. cidden damar bir duygulanım.. hem öyle böle değil.. korkarım bir süre sonra hotel californiya şarkısını marş olarak kabul edip hep birlikte bir araya geldiğimizde büyük bir iştayaklen terennüm edüverücük.. "Welcome

statüs memurus

nedense memuriyete girdiğim ilk zamanlar hatırıma geldi birden.. ve içine düştüğüm yoğun yaşanmışlıklar.. ve o günlerden bir anı canlandı:  memuriyete ilk başladığımda aklıma gelenin başıma gelmesinin verdiği o tarifsiz acı ile karşı karşıyaydım.. masadaki boş çay bardakları bana adeta "welcome to the hotel california pardon 657" diye haykırıyordu.. ve hemen arkadaki çaycı "Such a lovely place/Such a lovely face" diyordu adeta.. uzaklardan ta uzaklardan bir ses ise sürekli "burada hepimiz kendi isteğimizle tutsağız" şeklinde bir şeyler geveliyordu.. peki bu doğru muydu? buradan kaçamaz mıydık? bu anafor içinde kapıya koştuğumu hatırlıyorum.. olmak istediğim yere giden yolu bulmak zorundaydım.. ancak çay bardaklarının yolu mu keserek "hava almak istediğim zaman başımı çıkarabileceğimi, ancak buradan asla ayrılamayacağımı" söylemesi ile acı gerçekle bir kez daha karşılaştım..

bir bilenle gezmek

Resim
daha evvel istanbul moderne bir kaç defa gitmiş ve "bir şey anlayamamış" biri olarak bu kez başka bir vesileyle yine sergideydim.. ancak bu defa başkaydı.. yoo yine kendiliğinden bir aydınlanma gelmedi ancak bu kez sergiyi rehber eşliğinde gezdim.. normal şartlar altında asla anlam veremeyeceğim çalışmalar, rehberimiz sayesinde anlama büründü.. ayan beyan ortaya çıkıp kafama yerleşti.. bu seferki serginin adı şimdinin peşindeydi.. insanın kendisiyle, diğer insanlarla ve evrenle olan münasebeti sanatçılar tarafından kısa film, heykel ve resimle anlatılmış.. özellikle Mehtap Baydunun 40 kadının kıyafetini üst üste giyişini (tabii ki önemli olan kıyafetlerin taşıdığı anlamı) anlatan kısa filmi çok etkileyiciydi.. sanatçı burada giysinin insana biçtiği ve dolayısıyla onu hapsettiği rolü ele almış.. yine eski bir konağın yanışını konu alan resim çok çarpıcıydı.. resim adeta konuşuyordu.. ve de kaya metaforu.. sanatçı insanın doğayla olan bağını gösteren (hala bazılarımız masaların

bu haftaki kitap paylaşımım

Stefan Zweig'ten Amok Koşucusunu okudum. Kitap 5 öyküden oluşuyor.. ismini aldığı Amok Koşucusu öyküsünü çok tuttuğum söylenemez.. sanki -sonradan kaleme aldığı- Satranç'taki sahneler gözümün önüne geldi.. buna karşılık ilk öykü olan Bir Çöküşün Öyküsünü çok etkileyici buldum.. insanın makama, debdebeye düşkünlüğü, ölürken bile üne ve şaşaya olan tutkusu çok başarılı işlenmiş.. diğer öyküler beklentilerimin uzağındaydı.. çeviri ise (İlknur Özdemir) çok başarılı..  çarpıcı bir cümle: " Odaya yavaş yavaş akşam doldu, ama o akşamı hissetmedi. Çünkü akşam ağırdan alır. Öğle zamanı gibi küstahça  pencereden içeri bakmaz, duvarlardan karanlık sular gibi fışkırır, tavanı boşluğa doğru kaldırır, her şeyi yavaş yavaş alıp sessiz suların içine karıştırır."

denetçi insanı, denetim ruhu

Resim
denetçi insanı hep bir parça septik hep bir parça huzursuzdur.. ve çoğu kere de yalnızdır hani.. dosyalarla boğuşurken sıkılmış, tablolar düzenlerken yorulmuş, bulguları anlatırken tam bir natık da olsa her daim heyecanlıdır.. bu tatlı bir heyecandır.. hani 5000 maç oynasa bile ilk maçına çıkarmışçasına kalbi çarpan amatör ruhlu topçunun ki gibi bir heyecandır bu.. zaten bu heyacanın kaybolduğu an her şey bitmiştir.. gazı kaçmış kola olmuş denetçiden kimseye bir faide husule gelmez netekim.. ben her denetimde kalbimi yoklarım.. nasıl olacak, yapabilecek miyim? neler yaşayacağım üstesinden gelebilir miyim? yaklaşık 18 yıl olmuş ve değişen bir şey yok..   denetlenenin gözünde bir savcı.. denetletenin gözünde bir tetikçi.. arkadaşlarının gözünde bir silah arkadaşı (üstat ya da yardımcı) iken kendi gözündeyse kılı kırk yaran, dünyanın en hassas terazisine sahip bir adalet savaşçısı/devlet malının koruyucusudur.. bu sonuncuyu abartanlar için dünya iki grup insandan oluşmaktadır: denetleyenl

neden bu blogu açtım?

Resim
o kadar blog varken ben bu blogu salt bir ses vermek için açtım.. aklımdan geçenleri paylaşmak tek amacım işte bu.. ses etmek varlığın göstergesidir.. ve varlık ancak farklı seslerle zenginleşir.. dolayısıyla paylaşımlarım doğrulanarak ya da yanlışlanarak bir değer kazanacak ve beni zenginleştirecektir.. yani bu bakış açısıyla blogu zenginleşmek için açtım.. yaşam paylaşınca güzel.. hal bu minvalde olunca bu blogta her şey olacak diyebilirim.. tematik bir takıntım yok.. mesleğim denetim.. zaman zaman üniversitede derste veriyorum.. ancak dediğim gibi bir iki konuya hapsedilmiş bir sayfa istemediğim için hayatı paylaşmaya ve yorumlamaya talip oldum..