coronada üstatla hasbihal ve iç düşünceler

merhaba günlük.. üstadım dedi ben de yazıyorum.. yazması zor bir konu ve belki biraz mahrem.. corona hakkında yazınca geçen nisanda, Fahreddin üstat “tebrikler cem yine kendine özel uslup ve tespitlerde bulunmuşsun... bir daha ki sefere olayın sosyal ahlaki ve dinsel boyutunu da değerlendirmeni bekliyorum.” şeklinde bir yorumda bulunmuştu.. sonra aradım ve konuyu uzun uzadıya konuştuk.. bizim üstatla öyle hasbihallerimiz olur bazı.. hep çok müstefit olurum.. yeni kapılar açılır.. “bizdeki iç denetim” anlayışı küstürmeseydi (bu derin yara apayrı bir yazı mevzudur) chambersın elinden başkanlığı alırdı.. gerçi öyle makamlara mevkilere önem vermez ya olsun ben söyleyeyim gene de..

neyse sadede geleyim.. üstat yaşanan bu hadiseler için çok derin bir yorum yaptı.. “sanırım Allah (CC) dünyada egemen hale gelen dinsel anlayışı kabul etmiyor; bundan razı değil” minvalinde bir ifade kullandı.. gerçekten de üzerinde düşünüldüğünde insanı dehşete düşüren bir ifadeydi.. ve bunu söylerken Müslüman, Hristiyan vb bir ayrım yapmadı.. tabii ki daha çok içerden konuşmayı sevdiğinden en çok da “bizim” için yani Müslüman dünya için bir kısım tahlillerde bulundu..

sonra uzunca düşündüm üstadın anlattıklarını.. aslında bu uzun zamandır süregelen bir olgu.. epeydir deizm, ateizm vb. eğilimlerin artması, insanların başka oluşumlar arıyor olması bunu gösteriyordu.. belki de bu olay çok daha eski tarihliydi de şimdi sosyal medya vb enstrümanlar sayesinde gün yüzüne çıkıyordu.. daha eski bir kırılım nerede olmuştu?.. şöyle bir tarihi kurcalayınca Türklerin Müslüman oluş biçimlerine kadar götürmek mümkündü belki.. devlet abbasi halifesinin koruyucusu olarak formel anlamda İslamiyeti kabul ederken, Türkmenler daha informel yollarla İslamlaşıyordu.. tasavvuf kültünün başka bir İslam toplumunda Türk coğrafyasında olduğu kadar etkili olamayışı bunun güzel bir deliliydi belki de.. İbn-i Arabinin memleketinde tutanamayıp Anadoluyu mesken edinmesi de yine bu bağlamda ele alınabilir.. yine de ilk dönemde devlet ve milletin din algısı çok farklı değildi.. sonraları heterodoks olarak nitelenecek tarikatlarle devletin çok önemli bir alış verişi vardı.. anadolunun Müslümanlaşmasında bu yapıların yeri rahmetli Barkan’ın kolonizatör türk dervişleri adlı çalışmasında açık seçik ortaya konulmuştur netekim.. zaman içinde işlevini yitiren tarikat ve benzeri ya da ahilik gibi farklılık arz eden yapılar erken dönemden 1200’lerin sonuna kadar siyasi, ekonomik, sosyal ve askeri misyon eda ettiler.. bu yapılar hem toplumu örgütlüyor hem de töre olgusunu İslamileştiriyorlardı.. dede korkut boyları (hikayeleri) bu sürece dair derin izler sunmaktadır.. zaman içinde yaşanan ciddi bir kırılma Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sonrası oldu.. (bu bağlamda yaşanan ontolojik dönüşümün öyküsünü işin ehillerine bırakıyorum)..

peki şimdi ne oldu?.. uzun uzun ne anlattın şimdi böle😀 demeni görüyor ve hemen miladi 2020’ye geri geliyorum.. zaman içinde kendini üretemeyen, yenilenemeyen dinsel telakki (bak dinin kendisi demiyorum sevgili günlük, dinsel anlayış diyorum) yeni kuşağa (y, z, alfa şu bu kuşağına) cevap veremez oldu.. ontik enkazın altında kalan kuşaklar bir çıkış yolu bulamadılar ve çok bunaldılar.. Akif’in yüzyılın başında söylediği “doğrudan Kuran’dan alarak ilhamı asrın idrakine söyletmeliyiz İslamı” formülü ciddi bir haykırış ve öngörü olmasına rağmen yeterince kabul görmediğinden şimdi karşımıza bölünmüş bir sosyal yapı çıktı.. bu bölünmüşlük Osmanlıda da yaşanmamış değil aslında.. 

işte şimdi de kerametçiler bir anda corona karşısında uslu uslu köşelerine çekildiler.. ilmin (Rabbimizin Adem’e öğrettiği isimler) önemi bir kere daha güneş gibi parladı.. ancak terazi çok boşta kaldığından (yani olayı bu şekilde her ilim Allah’a götürür şeklinde görmesi beklenen kefede nitel ve nicel olarak yeterli kimse olmadığından) günümüz kuşakları farklı bir okumayla savruldu.. bu belki de  (Douglas North’a bir el sallayarak)  kurumsal/alet edilen ve belki de dayatılan anlamda din olgusunun –ki bu saf, indirilen din olmayıp, bazılarının işine gelen din anlayışıdır- dönüşümü anlamına gelmekte.. işte o yüzden artık insanlar şahsi inanç deneyimlerini yaşamaya başladılar.. ve bilgiye ulaşmanın çok düşük maliyetli (işlem maliyeti okuluna saygılarımla) olduğu bir dönemde bu okumalar ortaya farklı dini telakkiler koydu.. 

anlama sancısı bağlamında zaman zaman yanlış yönelsemeler gösterse de birinci şartı şahitlik olan bir din için bu bireysel okumalar olmazsa olmaz bir durum diye düşünüyorum.. tek endişem bu vetirede eğitim zaiyatının fazla olmaması.. bu kadar anlatabildim üstat.. keza konu mahrem ve kimseyle tartışmak ya da başıma bir şey gelmesini istemiyorum…           



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

mesleğin adı

666 gölgesinde iç denetçi

#iyikiKIDDERvar