Bir Devlet Kurucu Ailenin Sonu: Osmanlı'da Aristokrasi Neden Yeşeremedi?

Bir ülkenin kalkınması, kurumlarının kök salması ve sanatın, mimarinin kalıcı eserler bırakabilmesi için genellikle nesiller boyu iktidarda kalan, devlet geleneğini temsil eden aristokratik veya burjuva sınıflarına ihtiyaç vardır. Osmanlı İmparatorluğu'nda ise bu sınıfın neden oluşamadığının en trajik ve sembolik hikayesi, Çandarlı Ailesi'nin sonuyla yazılmıştır.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın muazzam eseri “Çandarlı Vezir Ailesi” kitabı, sadece bir ailenin değil, adeta bir “alternatif Osmanlı” portresini çizer. Bu arada ben kitabın Türk Tarih Kurumu Yayınlarından 2024'te çıkan beşinci baskısını okudum. İşte kitaptan, bu tezi destekleyen çarpıcı alıntılar ve yorumlar:

1. Devleti Kuran Aile: Kurumsallaşmanın Mimarları
Çandarlılar, Osmanlı’nın kuruluşundan İstanbul’un fethine kadar geçen yaklaşık 150 yılda devletin temel kurumlarını inşa ettiler. Ailenin kurucusu Kara Halil Hayreddin Paşa, sadece bir kadı değil, aynı zamanda devletin çekirdek yapıtaşlarının mimarıydı.

Kara Halil kazaskerliği zamanında gerek askeri ve gerek mali teşkilatta birinci derecede rol oynamıştır.

Rumeli'deki fetihler genişleyince... Kara Halil ile Konyalı Molla Rüstem bir programla... yeniçeri adıyla yeni bir askeri teşkilat kurulması için... Murat Hüdavendigar'ın muvafakatını almışlardır.

O tarihe kadar bir devlet hazinesi yoktu... Kara Halil Paşa ile Konyalı Molla Rüstem Efendi devlet maliyesini kurdular.

Yorum: Çandarlı ailesi, Orhan Gazi'den itibaren “ulema” kökenli olarak devletin hem yargı, hem maliye, hem de ordusunu şekillendirdi. Bu, bir hanedan yanında, devleti yönetme geleneğini elinde tutan bir aristokratik zümrenin doğuşuydu.

2. İktidarın Doğal Sonucu: Muhafazakarların Muhalefeti
Böylesine köklü bir güç, elbette menfaatleri zedelenenleri ve statükoyu savunanları rahatsız edecekti. Uzunçarşılı, bu gerilimi net bir şekilde ortaya koyar:

Bu yeni sistem hoşuna gitmediğinden, menfaatleri ihlal edilen... bazı muhafazakarlar Çandarlı ve Molla Rüstem'in aleyhine konuşurlar.

Yorum: Bu satırlar, Osmanlı içindeki merkeziyetçi-devletçi kanat ile daha geleneksel, gazai ruhu öne çıkaran kanat arasındaki ilk çatlağın işaretidir. Çandarlılar, kurdukları sistemle “devleti” öne çıkarırken, muhalifleri bunu bir sapma olarak görüyordu.

3. Aristokratik Duruş: Kadıları Yakılmaktan Kurtaran Vizyon
Ailenin ikinci büyük veziri, Çandarlı Ali Paşa, bir devlet adamından beklenen sorumluluk ve vizyonu gösterir. Yıldırım Bayezid, yolsuzluğa bulaşan kadıların yakılmasını emrettiğinde, Ali Paşa sorunun köküne (kök neden analizi) iner:

Ali Paşa bu durumun kadıların maaşının olmamasından kaynaklandığını söyleyerek felaketi önlemeye muvaffak olmuştu. Bunun üzerine kadılara maaş bağlandı. 

Yorum: Bu, keyfi cezalandırma yerine, kurumsal ve rasyonel çözüm üreten bir zihniyettir. Aristokrasinin temel işlevi, devletin sürekliliğini sağlamak ve keyfi yönetimi kurallara bağlamaktır. Ali Paşa, tam da bunu yapmıştır.

4. İktidarın Zirvesi ve Düşüşün Tohumları
Aile, II. Murat döneminde en parlak devrini yaşadı. Halil Paşa, 22 yıl boyunca devleti tam bir bağımsızlık ile idare etti, işlerine hiç kimseyi karıştırmadı. Ancak genç ve arzulu II. Mehmet'in (Fatih) tahta geçişi, dengeyi bozdu. Halil Paşa'nın tecrübeli, ihtiyatlı ve Avrupa'dan gelebilecek tepkileri hesap eden aşırı ihtiyatlı aklı, genç padişahın “ne pahasına olursa olsun” fetih arzusuyla çatıştı.

Halil Paşa İstanbul'un muhasarasına karşıydı. Zağnos Paşa ise fethi destekliyordu.

5. Son Perde: Aristokrasinin İdamı
İstanbul fethedildikten sonra, Fatih Sultan Mehmet'in ilk icraatlarından biri, kendisini tahttan indiren ve fethe muhalefet eden Halil Paşa'yı öldürtmek oldu. Uzunçarşılı, bu olayın arkasındaki gerçek nedeni şöyle özetler:

Bir buçuk asır Osmanlı devletini kurucularından olan kuvvetli bir aileyi yıkmak için... Zağnos Paşa ve taraftarları İstanbul Fethi münasebetiyle Halil Paşa'dan intikam almak fırsatını elde etmişlerdi.

Halil Paşa'nın katli gerek yeniçeriler ve gerek ulema ve devlet erkanı arasında büyük teessürü ve hoşnutsuzluğu mucip olmuştur.

Yorum: Çandarlı Halil Paşa'nın katli, sadece bir vezirin öldürülmesi değildi. Bu, “devleti kuran aile”nin, yani bir aristokratik geleneğin kökünün kazınmasıydı. Bundan sonra Osmanlı'da hiçbir aile, padişahın mutlak iradesine karşı devlet geleneği adına duramayacak, söz söyleyemeyecekti. Evet belki de İstanbul'un fethi konusunda aşırı ihtiyatlılık Çandarlı Halil'i yanlış bir tercihe yöneltmişti; ancak bu katlini ve insan sermayesinden bu kadar çabuk vazgeçmeyi gerektirir miydi?

Sonuç:
Çandarlı Ailesi’nin kaderi, Osmanlı’da Batı’daki anlamıyla bir aristokrasinin neden filizlenemediğinin cevabıdır. Kurdukları devlet aygıtı, merkeziyetçi mutlak monarşinin o kadar güçlü bir silahı haline geldi ki, en nihayetinde kendi kurucu babalarını yok etmek için kullanıldı.

İstanbul'da günümüze kadar gelebilen, sanatsal değeri yüksek özel mülklerin azlığının ardında, bu topraklarda nesiller boyu iktidarı paylaşan, sanatı ve mimariyi himaye eden bağımsız bir aristokratik sınıfın (daha sonra da burjuvazinin) olmayışı yatar. Çandarlılar, böyle bir sınıfın embriyonuydu. Ortadan kaldırılmaları belki de Osmanlı'nın kendi içindeki "devlet geleneği"nin de sonu oldu.

Tarih, "keşke"lerle yazılmaz ama düşündürür: Çandarlı Ailesi'nin oluşturduğu denge ve kurumsal miras korunabilseydi, Osmanlı siyasi kültürü ve bıraktığı mimari miras bugün nasıl farklı olurdu?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Yazmasanız Olur Mu?": İç Denetçinin Kağıtla İmtihanı

Sürdürülebilir Tüketim: En Yeni Model Çelişkiler

Venedik… tarihin ve suyun kollarında salınan şehir..