haftanın kitabı: bir meydan öyküsü Beyazıt (1914-1964)

Bu kitabı alma ve okuma nedenim tabii ki de Beyazıta olan sevgim.. çünkü kendimi "bildiğimde" en fazla etkilendiğim semt Beyazıttı diyebilirim.. şöyle ki babam beni gezmeye götürmüştü, sanırım Eminönüne.. o zamanlar otobüs Laleliden Beyazıta tırmanarak Çemberlitaş ve Gülhane yoluyla Eminönüne varırdı.. işte bu otobüslerden birinde sanırım 4-5 yaşlarındayken, pencereden akşamın ineyazdığı sırada lambalarını yeni yeni yakmaya başlayan dükkanlarıyla ve ille de caminin önündeki o zamanlar gözüme devasa görünen, üstü yüklü, arka pencersi olan turist otobüsleri görüp vurulmuştum Beyazıta.. “ne güzel yer Allah’ım” dedim gayri ihtiyari.. otobüs meydandan ayrılana kadar ağzım açık seyrettim.. ve sonra büyüyünce kendim gittim.. hep gittim.. bıkmadan usanmadan.. neyse geçen İş Bankası yayınlarına girdiğim anda “bir meydan öyküsü Beyazıt” kitabını görünce bu hissiyatın ağır basmasıyla hemen elime alıp inceledim ve derhal satın aldım.. ve uygun bir anımı bekledim.. o an gelince de okumaya başladım.. aslında oturma odası için almıştım, yani orada okumak için.. kitabın planını ve kurgusunu görünce bu fikrimden vazgeçtim ve atölyeye (yani yukarı, odaya) götürdüm.. masada okumalıydım, çünkü tetkiki bil’iltizam bir eserdi..

Sevince Bayrak tarafından –önce doktora tezi olarak- kaleme alınan eser, Beyazıt meydanına ilişkin 1914-1964 yılları arasında hayata geçirilen ve geçiril(e)meyen düzenleme projelerini içermekte.. ancak derinliği, mekânın ağırlığından mütevellit, bir şehir planlaması hikayesinden çok daha fazla.. ana karakterler -meydanın kendisinden sonra tabi ki- “yıldız mimarlar” Eldem ve öğrencisi Cansever.. bir çok yan rol de var tabi.. alman kralından Peyami Safaya ve onlarsız İstanbula ilişkin bir hikaye anlatmanın kabil olmadığı Tanpınara, Koçuya kadar; yerli-yabancı, asker-politikacı..

Kitabı okurken ne çok mana ihtiva ediyormuş bu meydan dedim kendi kendime.. asırların mirasıyla beraber son dönemin düzenleme çabaları beni adeta yordu.. ve yazarın "boşluk ve büyüklük" metaforunu kullanması başımı döndürdü.. boşluk mu olmalıydı büyük mü; yoksa "büyük boşluk" mu? Beyazıt meydanının diğer meydanlardan farkı kitapta “meydanın diğerlerinin aksine değişime direnç göstermekle mütemadiyen değişmek arasındaki gerilimi yansıtan en iyi örneklerden biri olması” şeklinde şiirsel bir üslupla belirtilmiş. Kitabın ve belki de tezin omurgasında yer alan “fikirleri ortak olmayan ama anlayışları akraba olan” insanlar ve onların meydana müteallik yaklaşımları Hannah Arend’ten atıfla “muhafazakarlık ve liberallik aynı paranın iki yüzüne, tarihsel süreç denen şeyin iki mümkün yönüne karşılık gelmektedir” vurgusu ile adeta akıllara, bir daha çıkmamak üzere, işlenmiş gibi..

Devrin öne çıkan simalarının anlayışlarının, bu kişilerin meydana ilişkin fikirlerinden hareketle, izlenmesi kitapta ustaca sağlanmış.. Misal Safa’nın gençlik döneminde gördüğü büyük Avrupa şehirleri (Paris) ile İstanbulu mukayesesi ve büyük ruhların ve düşünme biçimlerinden ancak büyük meydanlarla yaşayabileceğine yönelik inancı; Tanpınarın parisi ile Safanın parisinin farklılığı ve yönetim erkinin ikincininki gibi Paris tercihi; yine Mimar Kemalettinin çaresizlik içinde parasızlık yüzünden Viyana yerine Bükreşe benzetilen İstanbul için duyduğu hüznü bu bağlamda çok çarpıcı geldi bana..

Kitapta Eldem ve Cansever'in Beyazıt projelerine genişçe yer verilmekte ve iki mimarın “biricik” kapımıza yaklaşımları bayağı ilginç bir biçimde anlatılmaktadır: “Eldem üniversite kapısını üslubu ve mimarisi için değil arkasında barındırdığı yaşam için önemserken Cansever ise kapıdan fiziksel olarak hiç hazzetmemesine rağmen önerdiği meydanın programını üniversite hayatı ile iç içe geçecek biçimde kurgulamıştır.”

Ne yalan söyleyeyim konuyla ilgili görüş beyan eden yerli yabancı kişilerin boşluk-doluluk takıntısının bende de saplantısal olarak var olduğunu kitabı okurken fark ettim.. ve bu bağlamda eski eserlerin etrafının açılması, büyük meydanların –mesela Aksarayın Yenikapıya kadar yıkılarak- boş, mobil ve yeşil olması yönündeki görüş sahiplerine yakın durduğumu söyleyebilirim. Tabii bunu illaki başkalarına göstermek için değil kendimiz için savunuyorum.. yoksa kitapta yer alan, 2. Abdülhamit zamanında ülkeyi ziyaret eden 2. Wilhelm’e mahcup olmamak ve Avrupadaki meydanlar gibi görünmesi için beyazıt meydanındaki dükkanların taşınıp, Wilhelm gidince kızaklarla eski yerine taşınması gibi trajikomik bir "misafire şirin görünme" takıntım yok yani..     

İktidarlar boyunca süren ve hatta darbe sonrasında kaldığı yerden devam eden meydan projelerinin şehrin bir sorunsalı olması kitapta vurgulanan bir diğer konudur. Bu bağlamda Doğan Nadiden yapılan 1960 yılına gelindiğinde Beyazıt Meydanı 4 yıldır inşaat halinde olması henüz kotlarının bile belirlenememesi nedeniyle kamuoyunda sürekli tartışılan bir meseleye dönüşmesine yönelik “artık inkar etmeyelim İstanbul'un su elektrik telefon otobüs gibi mızmız dertlerine bir yenisi eklenmiştir Beyazıt derdi” alıntısı çok manidardır. Yine bu minvalde, konuyu genelleyerek, yapılan “Türkiye'nin pek çok alanlar inşa ediliyor kente zoraki yapıştırılan bu mekanlar çoğu zaman bir türlü doldurulamayan kışın cereyanda yazın güneşin yaktığı ıssız yerler olarak kalmaya mahkumdur” eleştirisi ise yeni yapılan taksim ve vezneciler meydanlarında gezerken ki duygularımın tercümanı olmuş adeta..   

Kitabın bölümlendirmesi güzel olmakla birlikte son bölümün adının (müellif) ben de bir şey uyandırmadığını söylemek isterim.. keşke bu bölümün adı başka bir şey olsaymış.. bir de Koçu’dan biraz daha fazla alıntı yapılabilirdi; aynı şekilde Safa ve Tanpınar dışındaki edebiyatçılardan da.. kitabın boyutu biraz daha küçük (yani normal boy), kapağı daha canlı –özellikle yazarın adı nerdeyse okunmayacak gibi, alttaki fondan daha farklı bir renk olsaymış iyi olurmuş- ve içerdeki fotoğraflar daha belirgin olabilirdi..

Eseri bir çırpıda okudum. Beyazıtta gezmekten tat alıp ta bu kitabı okumamış olanların çok şey kaybettiğini söylemek isterim. Özellikle mimarlık tarihi, iktisat tarihi, yerel yönetimler ve hatta belki edebiyat çalışanların ve tabiki de İstanbul sevdalılarının mutlaka okuması gereken bir kitap diyebilirim.  

Notum: Sürükleyiciliği: 5/5, Bilgilendirmesi: 5/5, Biçimi: 4/5




Yorumlar

  1. Kitabı çok güzel analiz edip özetlemişsiniz. Evet Beyazıt Meydanı içerdiği anlam ile çok daha fazla yazılmayı ve konuşulmayı hak ediyor. Kalemine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Hasan Bey.. Beyazıt hep sevdamız oldu ve olmaya devam edecek inşallah.. bunun sonucunda da böyle dışa vurumlar çıkıyor ortaya.. yine kitabın yazarının dediği gibi "yazı mimarlığın dublörüdür çizgilerin gerçekleştiremediklerini sözcükler yüklenir bir zamanlar müellif olan yazarı gitmek istediği istikamete götürmeye çalışır"

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

mesleğin adı

666 gölgesinde iç denetçi

#iyikiKIDDERvar