Bu Yalnızlık Geçmez Böyle
Sanki bir Fatih Erkoç şarkısıydı yaşadığımız...
Pertevniyal'den öğlen çıkardık bazen, ders erken biterdi de. Caminin yanından kıvrılır, Yusufpaşa'ya doğru yürürdük nedensizce. Oysa durak Oruçgazi'nin oradaydı. Belki de yol uzasın diye.
En çok, Vatan Caddesi'nden koşarak karşıya geçişimizi severdim. Yanımda sen vardın ya, belki ondan. Fatih Erkoç çalardı o sırada caddede: "Bırakma... N'olur ağlatma... İstersen mahkûm et, ama n'olur aldatma..."
"Bu adam," demiştin, "işte bu adam... Türkiye'deki tek cazcı."
Ben, "Popçu değil mi?" deyince gülmüştün.
"Soul müzik deseydin bari," diye karşılık vermiştin. Soul müzik neydi ki? Hâlâ bilmiyorum.
Dalga geçtiğin o anlardaki tavrın aklımda: hafifçe dilini çıkarırdın, avurtların o hâliyle ne şirin olurdu. Fatih Erkoç'un sözleri gibi: "İçimde sevgin vardı, usul usul yanardı yüreğimde..."
Ayrılık nedir bilmezdik. Akıl etmezdik bile. Şimdi o sözler öyle anlamlı ki... Beraberken mutluluk veren her şey, şimdi elem olup kalbime işliyor. Dert, yaşanınca anlaşılıyor. Ayrılık, en büyüğü galiba.
"İçimde sevgin var, usul usul yanar yüreğimde...
Dilimde ismin var, pırıl pırıl parlar dudağımda..."
O şarkının klibini birlikte izlemiştik – Tanburi Cemilbey Sokak'taki o küçük kafede. Tostlarına hep laf ederdin, ama yine de gitmeden duramazdık. "Klip Balat'ta mı geçiyor?" diye sormuştun. "Ne güzel yer..."
"Gitsek ya bir gün," demiştim.
Balat'ı, sadece senin ağzından döküldüğü için sevmiştim. İki kere sevmiş, iki kere vurulmuştum.
Şimdi bu şarkıyı dinlerken, vurgun yemek ne demek daha iyi anlıyorum. Ve sana, Fatih Erkoç'un sesiyle sesleniyorum:
Ne olur bir daha gitme,
Bu yalnızlık geçmez böyle.
Elim kolum bağlandı,
Sen yoksun diye.
Nasıl bir aşkla bağlandım,
Demir ateşle dağlandım,
Sağım solum karanlık,
Sen yoksun diye...

Yorumlar
Yorum Gönder