Cumhuriyet deyince

Cumhuriyet deyince aklıma ne geliyor biliyor musun günlük.. ilk mektepte, Topkapılı Mehmet Bey ilkokulunda yaptığımız kutlamalar mı.. yoksa babamın biz okuldaki törenden döndüğümüzde sobayı kurmuş olması mı.. (öyle ya bizde sobanın faaliyete geçişi 29 ekimle başlardı😃)..  bunlardan ilkinin yoğun bir etkisi olduğu muhakkak, cumhuriyet hissiyatımın gelişmesinde.. öyle ya Günsel Çin Öğretmenimiz milli günlere/bayramlara çok önem verir ve bizi bunlara yönelik özel hazırlardı.. 

ancak biraz daha fazla sanki aklıma gelenler, cumhuriyet kavramıyla ilgili.. ben cumhuriyetin bir iç disiplin işi olduğuna inanıyorum.. ve dolayısıyla öyle kolay bir idare şekli filan değil diye düşünüyorum.. özen göstermek, geliştirmek ve adeta bir bina gibi inşa etmek gerekiyor.. içsel çünkü.. ve içsel şeyler zordur.. bir söz vardır hani “yumurta içerden kırılırsa hayat, dışardan kırılırsa ölüm olur”.. çok doğru ve hayat ölümden çok daha fazla çaba gerektirir.. bu yumurtada böyledir, ki tavuğun uzunca bir zaman kuluçkada yatmasını, yumurtaları şartlar olgunlaşıncaya kadar kırılmaktan korumasını gerekir.. bir insan için de böyledir.. dokuz ay kadar tüm olumsuzluklardan korunarak sonunda dünyaya merhaba diyebilir insan.. hatta onu demesi için bile artı bir, bir buçuk sene  gerekir.. neyse uzatmayayım günlük içsel hadiseler emek ister.. cumhuriyet de fikir olarak emek harcanması gereken bir disiplin işi sonuçta.. en büyük zorluk fikri süreçte.. yani birey olmakta.. tüm kararları kendisi için başkalarının almasını kabullenen biri için cumhuriyet çok uygun bir sistem gibi gelmiyor bana.. doğruluğuna kayıtsız şartsız inandığı ve asla yanlış yapmayacağı birilerini arayan insanlar için böyle bir amaç da yoktur zaten.. 

kendi yolunu çizmek.. belki buradan başlıyor ilk hamle.. cumhuriyet bir muhakeme yetisi istiyor sonra.. duyduklarını, gördüklerini bir süzgeçten geçirmeyi daha doğrusu “anlamlandırmayı” gerekli kılıyor.. şüpheci bir yanı var yani.. anlamlandırmak bu şüpheyi gideren bir içsel çaba.. netameli bir iş anlayacağın... 😊 

gelelim gene bana.. şöyle kendi hayatıma bakınca hiçbir zaman her şeyi bilen ve her yaptığının doğru olduğuna inandığım biri (Allah’ın doğrudan görevlendirdiği ve bilme konusunda yetkilerini gene O'nun çizdiği peygamberler ve hususi olarak Peygamberimiz dışında) hayatımda hiç olmadı diyebilirim sanırım.. patron, hoca, kral, şeyh, alim vb.. her şeyi bilen böyle bir karakterim yoktu hiç.. yanlış anlama sakın çok az şey bildiğimi biliyorum.. çoğu insanın benden daha kabiliyetli ve akıllı olduklarını da.. ve her zaman saygı duyduğum –bazılarını sevdiğim- hocalarım, patronlarım, üstatlarım ve amirlerim oldu.. ve ayrıca makamlara da saygı duydum hep.. üstelik her birisinin bilgi ve görgüsünden istifade ettim sağ olsunlar.. örnek de aldım çoğunu.. ancak aklımı teslim etmedim hiçbirine.. kararlar bana aitti ve sorumluluk da benim oldu.. 

bir de şunu belirtmeden geçemeyeceğim.. bazı insanlara çok etkileyici gelen krallıklar ya da sultanlıkların ritüelleri bana hep komik geldi.. batıda ya da doğuda fark etmez.. yani bir erk arayışı, sonra bunun kendilerine "bahşedilmiş" olduğu kurgusuna sığınmaları (misal Robin Hood filmine de konu olan Richard’ın yerine geçen kral lordlarla anlaşmasına rağmen sözünden dönmesi ve “beni Tanrı kral yaptı” diyerek yan çizmesi) gülünç geldi.. aynı şekilde bunun bir adım sonrası gelen üstün soy muhabbetini de çok sağlıklı bulmadım.. keza benim inancıma göre insanlar bir tarağın dişleri gibi eşit.. ve birilerinin daha üstün olduğunu kabul etmek bu inançla örtüşmüyor.. cumhuriyet içsel bir hareket olarak insanların eşitliğini, kimsenin kimseden üstün olmadığını ve üstünlüğün yapılan iyi işlerle (takvayla) olabileceğini bu bağlamda en üst pozisyonlara çıkabilmek için soyun sopun bir önemi olmadığı ilklerine dayanıyor.. ama tabii her şey bir içsel duyuşla başlıyor.. içsel duyuş, anlama ve sonra da anladığını uygulamayla..




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

mesleğin adı

666 gölgesinde iç denetçi

#iyikiKIDDERvar