yıllar evvel bir pandemi ve düşündüren benzerlikler

merhaba günlük Cevdet Paşanın (son Osmanlı bürokratı) Tarih'inde koronaya çok benzer bi şey okuyunca zihniyetin değişmezliği karşısında cidden şaşırdım ve ürküntü duydum..

Vebanın Çıkması ve Yayılması başlıklı bölümde Cevdet Paşa, 1812 yılında İzmir limanına gelen yabancı gemilerden veba salgını bulaştığından bahseder.. İzmir’den İstanbul’a gelen bir ticaret gemisinde vebadan birkaç kişi ölmüş, gemicilerden bazıları da hastalanmıştır. 

Veba bu gemicilerden Galata ve Kurtuluş semtlerine sirayet emiş ve İstanbul yakasına da geçmişti. Pek çok kişi ölürken bazı kimseler başkalarıyla teması keserek evlerine çekilip korunmaya çalışmışlardı.

Bu veba salgınını anlatan Şânîzâde diyor ki: “Birbiriyle temas eden ve hareket hâlinde bulunan şahıslardan az çok bulaşmamış kimse kalmamışken tedbirli bir tarzda korunmaya riayet eden dikkatli şahısların hiçbirisine hastalık bulaşmadı. Ben de ev halkımdan erkek ve kadın nüfusumla beraber Allah’a şükür bu hastalığa bulaşmadık. Şu kadar ki cahillerin ve bazı bilgisiz akranın tenkidine maruz kalarak teessür duyduk.”

Fakihler ve hâkimlerden hiçbir kimse vebanın öteki bulaşık hastalıklar gibi sirayet ettiğine şüphe etmemişlerdir. Din bilginleri: “Allah’ın izniyle bulaşıcıdır.”  demişlerdir ki gerçek de budur.. Bu hastalıklar hakkında hekimlerin görüş ve tedbirleri eserlerimden tıbba ait olan ve padişah iradesiyle basılan kitabımda yazılıdır. Kaldı ki vebadan çekinmenin caiz olduğu, hatta vacip olduğu, Yavuz Sultan Selim’in tarihçisi İdris-i Tebrizî merhumun, yaşadığı zamanda zuhur eden veba salgını esnasında, Hac dönüşünde Konya ve Şam uleması ile bu konudaki tartışmalarını anlatan taassuptan uzak kitabında yazılıdır.

O salgında, korunma tedbirlerine riayet olunmamış ve veba İstanbul’da müthiş bir surette hükmünü icraya başlamıştı. Bab-ı Âli’den İstanbul kapılarına gizlice yazıcılar gönderilmiş ve kale kapılarından çıkarılan ölüleri yakmaları emrolunmuştur. Şehir içindeki cami, mescit ve türbe yanındaki mezarlara gömülenlerden gayrı İstanbul kapılarından çıkan cenazeler, ramazan ortasında günde 1.500 -2.000 raddesinde olup Galata, Üsküdar ve Boğaziçi’yle beraber bu rakam 3.000’i geçiyordu. Ramazan bayramının yaklaşmasıyla halkın birbirine teması arttığından hastalık Şevval ortasına doğru artarak sadece İstanbul yakasında günde 3.000 cenaze çıkmaya başladı.

Şânîzâde der ki: “Vebanın zuhuru fesat ve zinanın artması yüzünden olduğundan eşkıya yığınağı olan bekâr odalarının yıkılması ve sefih toplantıların dağıtılması bazı takva sahipleri tarafından tavsiye edildi. Kaymakam Paşa, yanına mimar ağayı, bir miktar ocaklı askerî ve birçok ameleyi alarak Bahçekapı’ya gelip Melek Girmez Sokağı’nda ve kayıkhane üzerindeki odaların hepsini birkaç saatte yıktırdı.

Kaptan Paşa da Galata ve Kasımpaşa taraflarındaki kalyoncu ve kalafatçı rezillerine sığınak olan yerleri yıktırdı. Bu hanlarda bulunan kârgir odalardan rezilleri ve fahişeleri boşaltarak odaları mühürledi. Yıkılan yerlerde vebadan yeni ölmüş bazı kimselerin ve birkaç kadının da cesetleri çıktı.”

Bu meyanda ve “Melek Girmez” diye anılan bekâr odaları Bahçekapı dışında yeniçerilerin 31’inci ortasının yeri ve birçok şakilerin fesat ocağı olduğundan, “Melek Giremez” adı verilmişti. Bu odaların yıkılmasına mabeyince hayli önem verilmiş olduğundan Kaymakam Rüştü Paşa bunları kolaylıkla yıktırdı ve yerlerine Hidayet Camii’ni yaptırdı. Bu sebepten de Rüştü Paşa, halk arasında hayırla anılır.

Veba hükmünü icraya devam etmiş, nihayet ekim ayının başında kış yaklaştığından biraz hafiflemiş ve ölü sayısı günde 500’e inmişti. Aralık ayının 16’ncı günü gecesi kar yağmış ve ertesi günü pek şiddetli bir soğuk olmuştur. Bu sayede hastalık hafiflemiştir.

Şânîzâde hâzik bir hekim ve muhakkik bir âlim olduğundan daha o vakit korunma usullerini ve aşıyı sözlü ve yazılı olarak tavsiye etmiş ve bunda dinen bir mahzur olmadığını ispat etmişti. O asırda kendisiyle aynı fikirde olan bazı faziletli insanlar da vardı. Lakin bazı taassup erbabı böyle bulaşıcı hastalıklardan korunmaya sapıklık nazariyle bakılıyordu. Bu sebeple halkın çoğu korunmayı şeriata aykırı zannederek kimisi de itirazdan çekinerek korunma usullerine riayet etmezlerdi.

Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa işbu 1812 senesinde Mısırda karantina usulünü kurmuş olduğu hâlde İstanbul’da karantina ve aşı tatbikatı birçok seneler daha icra olunmamıştır. Karantina usulünü koyması Mehmet Ali Paşa’yı birçok tenkitlere hedef kılmışsa da bu esnada Arabistan’da kazandığı zafer tenkitleri tesirsiz bırakmıştır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

mesleğin adı

666 gölgesinde iç denetçi

#iyikiKIDDERvar