Venedik… tarihin ve suyun kollarında salınan şehir..
sabahın erken saatlerinde vaporetto ile varıyoruz.. uzaktan hayal meyal seçilen adalar yaklaştıkça venedik büyüyor büyüyor.. her sokağı, her köprüsü, her köşe başı bir şiir mısraı gibi.. geçmişle geleceğin dans ettiği bir sahne.. san marko meydanı karşılıyor ilk olarak bizi.. yabancı olmayan unsurlarla bezenmiş.. dördüncü haçlı seferi sırasında istanbuldan "götürülen" eserler sahnedeki yerini almış keza.. sonra replika da olsan katedral ön tarafında quadrigayı görüyoruz.. ve kuyruğu tabii ki.. uzayıp giden yağmura rağmen azalmayıp artan kalabalığı..
az ilerde dükler sarayı selam duruyor bize.. saray venedikin kalbinde.. tarihin derinliklerinden günümüze bir inci gibi ışıldıyor.. san marco meydanı içinde yükselen saray, aynı zamanda bir imparatorluğun ruhunu taşıyan bir anıt.. venedikin gücünü, ihtişamını ve sanatla yoğrulmuş asaletini gözler önüne seriyor.. sarayın taş cepheleri, burano adasının dantelleri gibi işlenmiş.. her kemeri, her oyması venedikin sanata olan tutkusu ile şekillenmiş.. içeriye adım attığımızda, salonlar birer tarih sahnesine dönüşüyor.. .. sala del maggior consiglio salonu bir yandan venedikin altın çağını anlatan fresklerle insanı büyülerken; tiziano, veronese ve tintoretto’nun fırça darbeleri, adeta duvarlardan fırlayarak zamanda bir yolculuğa çıkarıyor.. sarayda gezerken merdivenlerin düklerin yüzyıllar boyunca tırmandığı adımlarla aşındığı düşüncesi geliyor aklıma.. ve tabi ihtişamın gölgeye dönüştüğü yer dükler sarayından uzanan ahlar köprüsü..
köprü demişken venediğin bir köprüler kenti olduğunu belirtmek gerek.. 118 adacığı birbirine bağlayan 400'den fazla köprü, bu büyüleyici kenti bir arada tutan zarif bağlar gibi.. şehrin kalbine işleyen bu köprüler aynı zamanda geçmişten bugüne uzanan zaman geçitleri.. tarihin sayfalarında kaybolmuş imparatorlukların yankısını köprülerde duyar gibi oluyor insan.. yol bizi raialto köprüsüne götürüyor, ilk olarak.. altından geçen gondollarla bezeli köprü sadece yolları birbirine bağlamıyor.. aynı zamanda tacirlerin, sanatçıların hikayelerini de anlatıyor.. ve sonra bahsettiğim ahlar köprüsü çıkıveriyor karşımıza ki ah edip duranların, mahkumların öykülerini dillendiriyor; venedike dünya gözüyle son kez bakan ve pişmanlık içindeki insanların.. beyaz taşlarından yansıyan hüzün, gökyüzüne karışan bir feryat gibi.. köprüler sadece fiziki engelleri aşmaya değil duygusal bağlılıkları perçinlemeye de yarıyor.. şehirde yürürken her köprü, bir adadan diğerine geçerken bizi başka bir zamana, başka bir duyguya taşıyor.. ve her bir köprü, venedikin sularına düşen birer yansıma.. bir köprüden geçerken suyun üzerine düşen gölgemiz, suyun yüzeyinde dalgalanan geçmişin gölgeleriyle birleşiyor adeta..
köprüler boyunca takip ettiğimiz kanal daha doğrusu gondol bizi kendisine çekiyor sonra.. hasrete daha fazla dayanamayıp atlıyoruz gondola.. gondol sefası, şehrin kalbinde yapılan zarif bir yolculuk.. gondollar suyun üzerinde zarif kuğular gibi raks ederken, bu büyülü şehri keşfetmenin en romantik şeklinde, yankılanan hafif kürek sesleri eşliğinde zamanda geriye gidiyoruz.. yolculuğumuza eşlik eden yağmur, romantizmin dozunu daha da arttırıyor.. gondolcunun dikkati dağıtan uyarıları bile etkileyemiyor ambiyansı..
ve sonra gondoldan indiğimiz iskelenin az ilerisinde gelaterialar karşılıyor bizi.. aman o ne lezzet.. bu dondurmaysa biz şimdiye kadar ne yiyorduk diye düşünmeden edemiyorum.. tezgahlara baktığımızda, karşımıza çıkan renkler adeta sanatçıların paletinden fırlamış gibi.. fıstığın yeşili, limonun sarısı, çileğin kırmızısı, ve vanilyanın kremsi beyazı.. her bir top dondurma, hem göze hem damağa hitap eden bir şiir.. kısaca dondurma venedikte ayrı bir ritüel.. gelatonun kremsi dokusu, taze meyve aromaları ve geleneksel tariflerin incelikleri, bu deneyimi unutulmaz kılıyor.. rialto köprüsünün eteklerinde dolaşırken, dondurmamızın tadı, adriyatikin tuzlu rüzgarıyla birleşiyor.. san marco meydanında sokak müzisyenlerinin ezgileri ve tatlı bir telaşe içindeki kalabalığın gürültüsü kulaklarımıza dolarken, dondurmamın her lokması beni benden alıyor..
ve akşam çökerken gene vaporettodayız.. gezdik, gördük en önemlisi
hissettik.. el sallıyoruz şimdi venedike.. yavaşça kıyıdan uzaklaşırken, san marco meydanının silüeti gözden
kaybolmaya başlıyor.. venedik’in kendine özgü kokusu, tuzlu deniz rüzgarıyla
karışan eski taşların kokusu, yüreğimize dokunuyor.. şehir yavaş yavaş
silinirken, bir masaldan çıkıyormuş gibi hissediyoruz.. ahlar köprüsü arkamızda şimdi.. ama
bu kez biz iç çekiyoruz.. gitmeye vakit bulamasak da cam işçililiği ile ünlü
murano ve dantelleriyle meşhur burano adalarını selamlıyoruz.. bir dahakine
artık kısmetse diyerekten.. venedik'e veda
etmek, kalbimizin bir köşesinde tatlı bir hüzün bırakıyor..
Yine çok güzel bir gezi, anı yazısı. Kalemine, kelimelerine sağlık ...
YanıtlaSilKıymetli Cem bey kardeşim kalemine-yüreğine sağlık….👍
YanıtlaSilteşekkür ederim üstadım...
Sil