Kayıtlar

Aralık, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

istanbul ve gözlerin

Resim
burada olsaydın eminim çok severdin bir günümü.. bir eğlenceli, hareketli günümü.. ve o günün içinde yaşandığı istanbulu ve vapuru.. sahi sen hiç vapura binmedin değil mi? benimle güvertede kadıköyden eminönüne süzülmedin.. oysa bir kere bile yaşamış olsaydın dünyanın durduğunu hissederdin.. zamanın öylece kalakaldığını.. ve içinden hiç çıkmak istemezdin durgunluğun.. akşam vakti camlarından yangın çıkan üsküdarı sağ tarafında, haşmetli sarayburnunu sol ta rafında görseydin.. güvertede elindeki çay içini ısıtırdı gerçi ama ben yine de bana sokulmanı isterdim.. belki kirpiğin yanağıma değerdi usul usul.. ve bana gülerdi her daim parlayan kahverengi gözlerin.. ve gülümseyen gözlerin.. ve içinde dün bugün yarın olan gözlerin.. ve anlamlı ve çapkın ve ben buradayım hep yanındayım diyen gözlerin.. hüzünbaz gözlerin.. arayan gözlerin.. soran gözlerin.. bulan gözlerin.. ve istanbulun içinde gözlerin ve gözlerinin içinde istanbul.. ve şehre akşam inerken gözlerin.. ve uzaktan geldim senin içi

tanpınar: "adı geriye kalan adam"

Resim
Tanpınar külliyatını bitirdim sevgili günlük.. oldukça velüd bir yazar ve şair olduğunu söyleyebilirim.. Tanpınarın, yıllar evvel, okuduğum ilk eseri  maalesef  mahur besteydi .. maalesef diyorum çünkü liseye gidiyordum ve bu ağır eseri edebiyat hocamız sınavda sormak üzere ödev olarak vermişti.. (neyse bizim pertevniyal lisesi bu örnekte görüleceği üzere oldukça zor bir okuldu.. edebiyatçısı bizi en kompleks metinlerle muhatap ederken, matematikçimiz diskriminantın formülünü ispatlama gayreti içine girerdi.. daha sonradan üniversitede dahi bu kadar donanımlı öğretim kadrosunu bir arada görmedim).. kitap başımı ağrıtmış, sarsmıştı beni.. yıllar sonra kendi isteğimle yazarın okuduğum ilk eseri ise  saatleri ayarlama enstitüsü  idi (hayıflanma:  handan inci  hocayı daha önce dinleme imkanım olsaydı ilk olarak tanpınarın öykülerini okur sonra romanlarına geçerdim) etkileyici bulmuştum.. sisteme, siham-ı kaza misüllü, yönelttiği hiciv okları beni zaman zaman gülme krizine sokmuş zaman za

denetim günlükleri: entegre bakış ne zaman?

Resim
iç denetçiler ne kadar entegre bakabiliyor sevgili günlük?.. bugün katıldığımız Entegre Raporlama Türkiye Ağı (ERTA) genel kurulunda bunu düşündüm.. kurumların içinde olmakla birlikte bütünleşik bir bakış açısı denetçilerde ne kadar var?.. yoksa dış-iç denetim derken kurumlar ambale mi oluyor.. bir tür denetim karmaşası mı var yani?.. şimdi diyecen ki 5018 de her şey açık, roller belli.. kağıt üzerinde gerçekten öyle emma velakin gerçekte bir entegre bakıştan ve de one report denen şeyden bahsedemeyiz.. bunun nedeni büyük ölçüde kurumların yaklaşımı.. orası muhakkak.. ancak biz de denetçiler olarak iğneyi kendimize batırmayalım mı yani.. bu bağlamda bir görev de regülatör kuruma düşüyor.. şöle ki artık mali ve uygunluk denetimlerini bir kenara bırakıp tüm denetimlerin sistem ve performans odaklı hale getirilmesi gerekiyor.. yani kısaca her ne denetlenirse denetlensin meseleye performans, sistem, toplam kalite açısından bakılmalı.. şimdi gene "kurumlar hazır mı ki?.." şekli

kent yaşamı: seksenler candır ancak doksanlara aitim

Resim
ne bileyim günlük.. 1980'leri seviyorum, ancak kendimi doksanlara ait hissediyorum.. 94: evdeydim, üniversiteye hazırlanıyordum.. ve pop müzik patlamıştı.. her akşam üstü ailecek çayımızı yudumlarken şafak'ın sunduğu "akşam keyfi" programında burak kut, tarkan, deniz arcak, bendeniz, of aman nalan, tayfun, hakan peker, fatih erkoç, yoncimik vd izler ve dinlerdik.. sound nedir bize şafak öğretmişti.. kasete albüm demesini de.. 94'te evdeydim.. tv nin karşısındaki 3'lü kanepe benimdi.. yan gelip yatardım.. ve hayal kurardım sadece tek bir hayal: üniversiteye girebilmek.. çok çalışmazdım, hayal kurardım.. bu halimle puslu kıtalar atlasındaki, rüyasında gördükleriyle dünya atlası yazmaya çalışan, uzun ihsan efendi ye benziyordum birazcık..  92 ve 93'te daha stabildim aslında.. bir öys yoktu önümde peretevniyalime gider gelirdim.. topkapıdaydım fatih sınırlarından çıkmazdım.. gerek de yoktu.. ilk, orta lise hepsi fatihteydi.. üstelik takılacak çok yer vardı.

denetim günlükleri: don kişotluk kötü mü ki?

Resim
iç denetçiyi zaman zaman don kişot “gibin” bir masal kahramına benzetirim sevgili günlük.. gerçi şimdi diyecen ki "senin de analojilerin bitmedi haaa".. evet benzetmeyi seviyorum galiba.. neyse seninle bu konuda geyik muhabbeti yapverecek değilim şimdik .. iç denetçi tam bir don kişottur.. çünkü onun gördüğü “düşmanı” çoğu kişi göremez.. görenlerse umursamaz.. modern dünyaların idealist kahramanı gibi denetçi de çoşkunluğu içinde duyumsayarak, görünür olanın ötesinde dolaşır durur.. zaman zaman bu görünümü çılgın intibaını da uyandırır çevresindekilere.. bunlara da kafa takılır mı diye düşünülür?.. ya da bu konuyu kim anlayacak ki bu denetçi önemsiyor iç sesleri geçer çevresindekilerin aklından.. ve emin ol ki günlük iç denetçi bu sesleri hissi kablel vuku kabilinden duyar.. duyduğunu belli etmez.. sadece gülümser.. bazense derin derin düşünür.. kafaya takmamış gibi yapsa da olumsuzluklarla, değirmenler arasında bir bağlantı kurgular daima.. bağımsızlık ve nesnellik bun

kent yaşamı: en çok da kadınlara

Resim
en çok da kadınlara acıyorum.. itiklenmiş kakaklanmış bir hayat süren tüm kadınlara.. hep bir umutla yaşamış baba evinde ikinci sınıf insan muamelesi görmüş, koca evinde adamdan sayılmamış, kaşık düşmanı olarak çağırılmış kadınlara.. oğlunun üzerine titreyen yemeyip yediren, canını dişine takarak büyüten ama gene bir hemcinsi tarafından oğlundan koparılan kadınlara.. buna rağmen üzüntüsünü belli etmeyen, haline şükreden ve çoğu kere terk edilen aranmayan, sorulmayan kadınlara.. hele bir de böyle düşkün; ahir ömründe bir tas çorbaya muhtaç olan kadınlara.. okumasalar da yazmasalar da beş hececileri tanımasalar da 😊 yüreklerindeki ağıtın en büyük edebi destanlardan bile daha sahici olduğu kadınlara... “uzaklara dalıp gitme gözlerin de dolmasın.. kimse böyle yalnız kalmasın...”

denetim günlükleri: bulguya itirazın nedenleri

Resim
Bulguların paylaşımında kaldıydık en son sevgili günlük.. yani bulguya karşı dirençten başka bir deyişle.. burada biraz empati yapasım geldi nedense.. acaba neden bulguya direnç gösterilir.. çoğu kez her şey ayan beyan belli olsa da hangi sebep denetleneni böyle bir davranışa yönlendirir ?.. acaba içinden ne düşünmektedir?.. gerçekten inanmamakta mıdır?.. yoksa bal gibi inanmakta ve fakat yine de muhalefet mi etmektedir?.. bence yüzde 99’u ikinci gruba giriyor.. peki ama neden böyle olur?.. zaten asıl sorun burada.. bunun bir çok sebebi olabilirse de ben şimdi bir iki neden üzerinde durmak istiyorum.. muhalefetin nedeni bir tür çaresizlik olabilir.. bu durumda denetlenen yazılanların doğru olduğunun farkındadır.. ancak çözecek kudret elinde olmadığından muhalefete yönelmektedir.. keza "süreç" denetlediğimiz o birimde tamamlanmamakta, bir çok birimi yataylamasına kesmektedir.. süreç bilinci oturmadığı içün (ki bu durum iç kontrol zafiyetinin bir numaralı göstergesidir) bir